Karaman Karadağ
Yılkı Atları
Sönmüş bir yanardağ olan Karadağ'ın krateri Ulu Çukur
ve civarında yaklaşık 400 yılkı atı, kendi seçimleri olmayan özgürlüğe terk
edilseler de, bugün 15 – 20 bireyden oluşan sürüler halinde, özgürce yaşıyorlar.
Özgür olmak gibi bir istekleri yoktu; arabaya
koşulsalar, taşımakta zorlandıkları yüklerin altına sokulsalar da sıcak bir
yuvanın huzuru onlara yetiyordu. Çünkü onlar bu evlerde doğmuş, dünyaya
gözlerini bu evlerde açmışlardı. Soydaşlarının umarsızca, o tepe senin bu vadi
benim, özgürce dolaştıklarını düşünüp heves ediyorlardı belki de. Ama yok!
Burası onların yuvasıydı, sırtına da binseler, yüklerini de taşıtsalar bu
insanlar onların ailesiydi.
Sahipleri de istemezdi elbet onlardan ayrılmayı. Belki
çocuklarıyla birlikte büyütmüş; ateşten daha kızıl ya da ak köpükten daha beyaz
yeleleri uzadıkça, çocuklarının saçlarını okşar gibi okşamışlardı. Beslemiş,
korumuş, emeğinden yararlanmış, belki bir gereklilikle, ama daha çok da bir
vefa borcuyla onları sahiplenmişlerdi.
TERKEDİLEN ATLAR
Fakat ne yazık ki, gün olmuş devran dönmüş, hayatın akışı,
birbirine sevgi, merhamet ve sadakatle bağlı bu iki tarafın ayrılmasını zorunlu
kılmıştı. Aslında bu, tam da hayatın akışının bir tezahürüydü; Müslümanlığı
kabul ettikten sonra Türkler, at eti yemeyi bırakmış, yaşlanan, ihtiyaç dışı
olan atları, doğada başka atlar olduğunu ve onların arasına karışarak hayatlarını
sürdürebileceklerini bildikleri için vahşi doğaya bırakmayı, bir gelenek haline
getirmişlerdi. Hatta kimi bölgelerde yılkı kültürü bir at yetiştirme biçimiydi.
Bağ bahçe işleri bitip kış yaklaştığında bakamayacaklarını düşündükleri atları
yılkıya salar, kış bittikten sonra da yeniden çıkıp yakalar ve atlarla olan
ortak hayatlarına kaldıkları yerden devam ederlerdi. Bu, çoğu zaman, aynı atın
tekrar yakalanması imkansız olduğundan yakalanan herhangi bir atın eve
getirilmesiyle sürerdi. Yani kimsenin atı olmazdı, bir at seneden seneye farklı
insanların hizmetine girerdi.
Fakat bu kez durum farklıydı; bu, insanın teknolojiye
olan tutkusu, teknolojinin atlara oynadığı son oyunuydu. Artık bu gidişin
dönüşü yoktu. Adı ister özgürlük olsun, ister terk ediliş, bu ayrılık, yuva sıcaklığının
bir daha gelmemek üzere bitişiydi.Onların yerini ya bir traktör almıştı ya da
bir otomobil. Kiminin sahibi ise çocuklarını şehre salmış, okutmuş, 'adam'
etmişti. O çocuklar da yılkıya salınmış atlar gibi, bundan böyle şehrin vahşi
doğasında yaşamaya çalışacak, bir daha yuvaya dönmeyecekti. İhtiyar anne ile
baba da terki diyar edecek, yuva diye bir şey kalmayacaktı. Belki de atlar için
yılkıya karışmak en iyisiydi.
Kader, onları vahşi hayatla yüz yüze getirmişti bir
kere. Hem onlara rehberlik edecek, aynı kaderi paylaşan, yıllardır bu dağlarda
yaşamış, hatta özgürlüğün keyfine varmış yoldaşları da vardı nasıl olsa. Fakat
kabul edilmek sanıldığı kadar kolay değildi.
HAYATA KÜSTÜLER
Başta yılkıya kabul edilmek için çok uğraştılar,
itildiler, kovuldular, istenmediler. Belki kimi bu sırada hayata küstü,
tutunmak için bir mücadeleye girişmedi ve veda etti yaşamaya. Ama pek çoğu
ayakta kalmayı başardı.
Onlar da alıştı, yılkıya karıştıktan sonra belki de
sürünün lideri oldu kimisi. Ya da kendi sürüsünü oluşturdu. Yeni bir aile
kurdular, çoğaldılar, bugün Anadolu'nun birkaç noktasında sayıları binlere
ulaşan yılkı sürüleri yaşıyor. Özellikle Manisa'nın Spil ve Yunt dağında,
Erciyes eteklerinde, Afyon'un Kocayayla'sında ve tabii bu yazıya konu olan
Karaman'ın Karadağ bölgesinde yoğun olarak yaşayan yılkılar, daha az
popülasyona sahip oldukları başka yerlerde de yaşamlarını sürdürüyorlar.
Bu yazının konusu olan yılkılar, sönmüş bir yanardağ
olan ve tepesindeki oldukça geniş ve derin krateri Ulu Çukur ile halen bu kimliğinin
izlerini açıkça sergileyen Karadağ'ın ev sahipliği ettiği sayıları 400'e ulaşan
vahşi atlar. Vahşi atlar diyorum, çünkü bu atlar, artık o derin kültürün bir
parçası olan yılkılar değil, onların çocukları olan ve vahşi doğanın kucağında
doğup büyümüş yepyeni bir nesil. Çünkü Karadağ'a yılkıya salınan son atlar,
yaklaşık 40 yıl önce buraya bırakılmışlardı.
SÜRÜ OLDULAR
15 – 20 attan oluşan sürüler halinde yaşıyorlar.
Aralarında bu yılın başlarında doğduğu anlaşılan genç tayların da sayısı az değil.
Demek ki her geçen yıl çoğalıyorlar.
Her sürünün mutlak bir lideri var. Lidere baktığınızda,
sürünün en görkemli, en yiğit bireyi olduğunu ve tabii erkek olduğunu hemen
anlamak mümkün. Sürü, bir kıyıda otlanırken, lider, tehlikenin gelebileceği en
olası yerde tek başına ve gözü kulağı etrafta olarak duruyor. Bizim gözümüze
ilk ilişen de sonradan sürünün lideri olduğunu anladığımız bu yılkıydı. Lider,
bizim geldiğimizi fark ettiğinde hemen sürüye doğru koştu, en öne geçti ve
önünde uzun bir düzlük olmasına rağmen sürüyü, bizim yokuş tırmanmakta zorlanacağımızı
bilircesine yokuşa doğru çekti. Bu arada diğer sürünün lideri de kendi sürüsünü
bu sürüye doğru götürerek iki sürünün birleşmesini sağladı. Artık iki sürü
birleşmiş yamaca doğru kimi zaman dörtnala, kimi zaman bir yandan otlanıp bir
yandan sakin adımlarla tırmanıyordu. Bir süre sonra onlara yamaçtan aşağı inen
bir sürü daha katıldı. Bu, yılkıların tehlike sezdiklerinde bir anda nasıl güç
birliği oluşturduklarının da resmiydi. Öyle ya, özellikle İç Anadolu Bölgesi,
kurtların yoğun yaşadığı bir coğrafya ve kurtlar genellikle sayıları yedi,
sekiz, bazen ona ulaşan sürüler halinde ve çoğunlukla da tek yakaladıkları
hayvanlara tuzaklar kurarak avlanırlar. Yılkıların yaşadıklarından edindikleri
tecrübe, güç birliğinin değerini öğretmiş olmalı. Atların yaşadığı Ulu Çukur,
yani yanardağın ağzı, aynı zamanda bazı köylülerin yayla olarak kullandığı,
koyun, keçi besiciliği ve bal yetiştiriciliği yaptıkları yüzlerce metre derinliğin
içindeki bir düzlük. Burada 12 ev bulunuyor, aileler kasım ayına kadar burada yaşıyor,
bahara kadar da köylerine dönüyorlar. Karadağ, baştan da söylediğimiz gibi
bugün bile geçmişini açıkça ortaya koyan sönmüş bir yanardağ. Patlama sırasında
dağın etrafa püskürttüğü küller ve neredeyse bir asfalt mıcırı büyüklüğünde
parçalanmış çakıllar her yerde açıkça görülüyor. Bu püskürmenin etrafa savurduğu
kaya büyüklüğünde kırılmış taşlar da var. Bölgede tek bir su kaynağı var, işte
o kaynak da bu taşların arasında. Yan yana açılmış kuyular ve bir de çeşme var.
Her yana atların su içmesi için, kimi yıllar önce taşlardan oyulmuş, kimi de
günümüzde betondan yapılmış yalaklar var. Orman Bakanlığı bir ihaleyle bu
yalaklara sutaşıma işini yakın köyden birine vermiş. İhaleyi alan köylü,
traktörünün arkasına bağladığı bir su tankeriyle her gün bu yalakları
dolduruyor. Böylece atlar susuz kalmıyor.Yılkılar için çetin günler yavaş yavaş
geride kalıyor; kış bitmek üzere. 2300 metre yüksekliğindeki Karadağ, kış
boyunca kar altındaydı; hayli zor geçen üç ayın ardından karlar erimeye başladı.
Bahar geliyor; yılkılar yine, yeni evlatlar doğuracak, daha da çoğalacaklar.
Onlar, Karadağ'ın özgür çocukları olarak bundan sonra da yazılara konu olacak,
belgesellerde yelelerini rüzgârlarla yarıştırarak, uçarcasına koşmaya devam
edecekler.
Nasıl ulaşılır?
Konya'ya kadar uçak, otobüs, kendi aracınız veya Hızlı
Tren ile ulaştıktan sonra, eğer aracınız yoksa Konya'dan bir araç kiralamanız
gerekiyor. Çünkü Karadağ'ı dolaşabilmek için özel araç şart. Konya'dan Karaman
istikametine doğru giderken Kaşınhanı kasabasından Çumra istikametini gösteren
tabelaları takip ederek Çumra'ya, oradan Arıkören'i geçerek sapaktan sola
dönüp, Süleyman Hacı köyüne kadar gidin. Süleyman Hacı'ya vardığınızda, sağınızda,
tepesinde TRT vericisi ve askeri bir radar göreceğiniz Karadağ'ı fark
edeceksiniz. Süleyman Hacı'nın içinden sağa, Karadağ'a doğru giden yoldan devam
edin. Bir süre sonra yol tekrar ikiye ayrılacak, siz sağı takip ederek
Üçkuyu'ya oradan da Ulu Çukur'a ulaşırsınız. Anadolu insanı çok sıcakkanlı,
kime sorsanız size memnuniyetle ve güler yüzle yol tarif edecektir.
0 yorum: